Çanakkale iline bağlı Tevfikiye köyü yakınlarında bulunan ve günümüzde “Hisarlık” adıyla anılan Truva,
Homeros’un İ.Ö. 9. yüzyıla ait ünlü İIyada ve Odysseia destanına konu olan önemli bir yerleşim merkezi olarak bilim aleminde yerini almıştır. Bu bağlamda Truva kazıları da, arkeolojik alandaki çalışmaların önde gelenlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Avrupaile
Asyaarasındaki başlıca ticaret yollarından biri üzerinde yer alan Truva, H. Schliemann tarafından
1871
yılında başlatılan çalışmalarla açığa çıkarılmış, bunu W. Dörpfeld ve C. Blegen’in kazıları izlemiştir. 1938yılında ara verilen kazıları ve restorasyon çalışmalarını 1988 yılından beri M. Korfmann sürdürmektedir.
Troia Kralı Priamos’un hazinelerini bulmak için Hisarlık Höyük’ün ortasında, günümüzde “Schliemann Yarması” olarak adlandırılan 40 m. genişliğinde ve 17 m. derinliğinde bir yarma açan H. Schliemann ana kayaya kadar inmiş; ancak bu çalışma sırasında birçok tabakanın tahrip olmasına yol açmıştır. 1882
yılında W. Dörpfeld ve ekibiyle işbirliği yaparak önemli buluntular açığa çıkarmışlardır. Dörpfeld, dokuz uygarlık katı ortaya çıkarmış, onu izleyen arkeologlar Dörpfeld’in dokuz katını, otuzu aşkın iskan tabakasına ayırmışlardır. Böylelikle, H. Schliemann’dan önce bir efsane kabul edilen en önemli merkezlerden biri ortaya çıkarılmış, çeşitli tarihi olaylarla örülmüş bir destan gerçeğe dönüşmüş ve bilim alemine Anadolu’nun en eski uygarlıklarından biri olarak tanıtılmıştır. Truva, 1996 yılında “Tarihi Milli Park” ilan edilmiş ve 1998’de Unesco Dünya Miras Listesine dahil edilmiştir.
Kentin Altın Çağı
Truva VI (İ.Ö. 1800-1275), sekiz yapı katından ve üç ana dönemden oluşur. Bu evrede yapılan evler ve surlar yetkin bir işçiliğin ve zevkin ürünleridir. Günümüzde ayakta olan Sur Duvarları, beş kapıyla bağlanan altı bölümden oluşmaktadır. En iyi korunmuş olanı, kuzeydoğudaki 1. Bölümdür. Bu bölüm, anıtsal kulesiyle 18 m. uzunluğunda ve 8 m. genişliğindedir. Özgününde 9 m. yüksekliğindeki Kulenin, Akropolisin yanı sıra tüm platoya hakim bir Gözetleme Kulesi olduğu saptanmıştır. Kulenin ortasında, kayaya oyulmuş 8 m. derinliğindeki kuyuyu kuşatan bir Sarnıç bulunmaktadır. Güneyindeki, 41, 50 m. uzunluğunda, 4, 50 m. kalınlığında ve 4, 00 m. yüksekliğindeki kısmı günümüze gelebilmiş 2. Bölüm de, kaliteli işçiliği ile dikkati çeker. Bu duvar, büyük ölçüde Roma dönemi surunun arkasında kalmıştır. Güneye kadar uzanan yaklaşık 90 m. uzunluğundaki 3. Bölüm, güneyde Roma dönemi Bouleterion’u ve Schliemann’ın yarığı ile kısmen tahrip olmuştur. Buna karşılık, doğu bölümü oldukça iyi durumdadır. Güneydeki 4. Bölüm, 121 m. uzunluğundadır. Truva VI’daki en önemli buluntulardan biri, 4. Bölümün yaklaşık 450 m. kuzeybatısındaki geniş hendektir. Özgün durumunu korumuş 5. Bölüm küçük taşlarla inşa edilmiştir ve teknik özellikleri açısından farklılık gösterir. Ayrıca, diğer bölümlerin yarısı kalınlığındadır. Kuzeyindeki 6. Bölümün yalnız alt kısmı açığa çıkarılmıştır; üstü Helenistik ve Roma dönemlerinde tahrip edilmiştir. Truva VI’nın sarayları ve diğer önemli yapıları tepenin üst kısmındadır. Akropolisteki yapılar Helenistik dönemde, Athena Tapınağı ile stoalar yapılırken ve Roma Döneminde genişletilirken tahrip olmuştur. Zarar görmeyen kısımlar da Schliemann tarafından yok edilmiştir. Bununla birlikte, kazılarda ortaya çıkarılan yapılar ilgi çekicidir. Truva VI, özenli bir işçilik gösteren surları, ustalıkla yapılmış kent planlaması ve yapılarıyla, tüm antik dünyadaki çağdaşları arasında en güzel ve sıra dışı kentlerden biri olarak kabul edilmiştir. Bu dönem, Truvalıların yüksek düzeyde bir kültürel yaşantıyı gerçekleştirdikleri bir zaman dilimidir. Kentin altın çağı olan Truva VI, büyük bir depremle tahrip olmuştur.Truva VIIa (İ.Ö. 1275-1240) yerleşimiyle ilgili olarak kazılarda ortaya çıkan buluntular, Truva’nın kültürel yaşamında bir kesintinin olmadığını göstermiştir. Nitekim, Truva VI’da bulunmuş Gri Minyan keramiklerinin VIIa’da da aynı kalitede ve bollukta olduğu belirtilmektedir. Hatta, Tan keramikleri de, daha önceki tabakada görülen yoğunluktadır. Bununla birlikte, Truva VI’ya ait işlenmemiş taşların kullanıldığı duvarlara da rastlanmıştır. Amerikan kazı heyetine göre, VIIa Priamus’un kentidir ve Homeros’un “İlyada”sında anlatılan Ilion da bu döneme aittir. Ancak E. Akurgal, bu tabakanın mimari verileri çerçevesinde bu görüşe katılmanın pek mümkün olmadığını, VIIa’nın sakinlerinin sur duvarlarını ve harap evleri onardıklarını, ancak yaptıkları evlerin daha düşük kalitede olduğunu belirtir. Hatta, mimari planlama ve düzenleme anlayışı açısından kentin değişime uğradığını, Truva VIf-h’de gördüğümüz yüksek sanatsal ölçütlerin ve ayrıntısına kadar düşünülerek tasarlanmış kent planlamasının da Truva VIIa’da görülmediğini ekler. Özellikle Truva VI’nın doğu ve güneydoğu kapıları arasındaki kesimde yer alan evlerin, farklı sosyal tabakalaşmanın varlığını gösteren, “megaron” tipinin uygulanmadığı düzensiz ve tamamlanmamış evler olduğunu, bunların VI. tabakadaki evlerle kıyaslanamayacağını vurgular. Kısa ömürlü Truva VIIa, Akalılar tarafından tahrip edilmiştir.
Truva VIIb1 (İ.Ö. 1240-1190) döneminde, Akaların tahribatından sonra Truvalıların kentlerine geri döndükleri, evlerini ve sur duvarlarını onardıkları kalıntılardan anlaşılmaktadır. Gri Minyan ve Tan keramiklerini üretmeyi sürdürmüşler, bunun sonucunda da önceki parlak kültürel yaşam pek kesintiye uğramamıştır. Bu dönemin kalıntıları kentin güneyinde görülmektedir.
Truva VIIb2 (İ.Ö. 1190-1100) döneminde ise, Truva VI’dan beri ilk kez kültürel değişime tanık olunmaktadır. Bu dönemde, “düğmeli çanak-çömlek” ve benzeri keramikler görülmeye başlanmıştır. Bu döneme kadar yalnız Balkanlar’da karşımıza çıkan bu çömlekler grimsi renkleri, yüzeylerindeki boynuz benzeri çıkıntıları ve köşeli sapları ile ayırdedilirler. Yapım tekniklerinde de önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır; duvarların alt sıraları ortostatlarla (büyük boyutlu, bezemeli taşlar) desteklenmiştir. Bu verilerden, Truva VIIb2’de Balkan kökenli bir halkın yaşadığı anlaşılmaktadır. Yüzyıllardır işgallere karşı korumalı bir iç kale işleviyle kullanılmış Akropolisin ise, bu evrede eski önemini yitirdiği anlaşılmaktadır.
Hiç yorum yok